18 Ağustos 2010 Çarşamba

Fenerbahçe'nin bu günlerde önündeki en büyük engel taraftarıdır.


İstanbul'dan 1000 km uzakta yaşamak zorunda olmanın en büyük dezavantajlarından birisi de 5 yaşından beri gönül verdiğin takımına istediğin her an ulaşamamak, kombine alarak yardımcı olamamak, büyük günlerde tüm maç günü öncesi ve sonrasıyla mabed etrafında o muazzam havayı tenefüs edememek olsa gerek. Ama tüm bunlardan çok daha önemlisi ise okyanusun ortasında fırtınayla boğuşan kocaman insanların, kaptanların ve tüm mürettabatın yanında olamamaktır. Birileri okyanusun ortasında gemisini limana getirmeye çalışırken karşılaştıgı devasa dalgalar ile boğuşurken o görüntüleri tv den ya da kıyıdan izlemek ne acı.

Tüm bu acılar yetmezmiş gibi o dalgalarla boğuşan geminin içinde olupta kılını kıpırdatmayanları, görevlerini yerine getirmeyenleri, yarardan çok zarar getirenleri gördükçe o acıya nefret ve sinirde karışmakta.

Mayıs 2010 da yaşanan travmanın etkisi büyüktür pek tabi ki. Ama dünyanın sonu mudur? Kapanmayacak yara mıdır? Öldük mü? Bittik mi?

Yaşanan o kazadan sonra toparlanmaya çalışan insanlar mevcut Fenerbahçe yönetimi içerisinde. Ölü toprakları dağıtılmaya çalışılıyor, enkaz yığınları toplanıp yerine tertemiz binalar dikilmek isteniyor. Bunun bilincine varılmalı öncelikle. Alışılagelmiş olduğu üzere her yeni gelen yılda hali hazırdaki apartmanı dinamitle patlatıp yıktıkan sonra aynı enkazı temizlemeden aynı zemin üzerine binalar dikilmeye çalışıldı bu güne kadar hep.

Gün yeni gündür artık. Bir usta ile tanıştık geçiğimiz aylarda. Gelir gelmez dedi ki:
Ben bu yıkık dökük molozların üzerine bina mı dikmem. Önce bunları temizleyeceğim. Daha sonra temelini sağlamlaştırmak için zeminden en az 20 metre aşağı inip ta oralardan başlayacağım beton döküp sağlamlaştırmaya. Bu 20 metrelik temeli sapasağlam hale getirdikten sonra en kaliteli malları kullanarak, mahallemin bulunduğu iklim şartlarına en uyumlu malları kullanarak dikeceğim gökdelenimi. 
Tüm bunları yaparken komşularımla iyi geçinmeyi asla unutmayacağım diye de ekledi bu usta.

İşte işin başına gelir gelmez öncelikle mental anlamda yapılan bir dolu gelişmeler, o dönemde henüz elde bir done olarak hiç bir şeiyn görünmemesiyle birlikte yapılan ruhsal temizlikler bu sebeptendi. Kocaman adam dedi ki, sökün atın içinizde kalan her bir yıkık dökük halinizi. Zor olacak elbet ama temizleyin eskiden kalma gereksiz çöplerinizi. Herkese en ön saftan yardım etti. Bir şekilde kurtuluyoruz sırtımızda ki kamburlardan. Atıyoruz onları çöpe. Def ediyoruz başımızdan.
Daha sonraki adım ise 20 metre derine inip temelleri oradan sağlamlaştırmaktı. Bu operasyonun hala devam ettiği ve süre daha devam edeceği kuşkusuz. o kadar derinlere inmeye sebep neydi peki ? Cevap basit aslında. Üzerine ne kadar muhteşem malzemelerle devasa binalar dikerseniz dikin temel sağlam değilse eğer yıkılmaya mahkumsunuz. Ciddiyetten bahsetti usta Antalyaspor maçının ardından lig tv muhabirine. Biraz daha yorumlayacak olursak b cümleyi, Ciddiyetimizi korumalıyız, maç seçmemeliyiz, Fenerbahçe'nin büyüklüğünü kavramalıyız, bu işin çocuk oyunacağı olmadığını, hiç bir şeyin Fenerbahçe'den büyük olamayacağını bilmemiz lazım dedi kocaman usta. isminiz ne kadar büyük olursa olsun 45 te de çıkarsınız, tribünde de oturursunuz, kulübeyede hapsolursunuz diye göz korkuttu. Tabi ki bu temel atma işlemi hemen 1 ayda yapılacak bir olay değil. belki bazen 6 ay, belki 1 yıl, belki 2 yıl sürecektir ama Fenerbahçe'nin önündeki en az 100 sene taşıyacak bir temel olacaktır.

Hemen Akabinde bir yandan temel atma işlemleri güçlendirilirken bir yandan da bina malzemelerinin en kalitelileri, en işe yarayanları alınıyor bir bir. daha sonra detaylı bir şekilde u malzemelerin incelemelerini yine bu adreste bulacak olmanız mümkün.

Konuyu başlıkla bağdaştıracak olursak, on yıllardan beri süre gelen bir alıkanlığımızın oldugunu kabul etmemiz gerekir. Sabırsızız, kolay dolduruşa geliyoruz, paramızla her şeyi satın alacağımızı düşünüyoruz ve her istediğimiz anında olsun istiyoruz. Kimilerimiz abartıp işi döneklik unsuruna kadar da taşıyabiliyor.

Yakın geçmişe çok kısa bir göz attığımızda gördüğümüz tablo şu:

Köln'de Galatasaray derbisi:
İstanbul'dan ve dolayısıyla 1 paragraf yukarıda bahsettiğim seyirci profilinden uzak, takımını özleyen, fubolu oyun halinde görmeyi başarmış, sabırlı, hep destek tam destek diyen, futbolcuya "yenilirseniz de sorun değil, sizi gördük ya, o formanızı ıslattınız ya, çubukluyu gururla taşıdınız ya yeter" düşüncesini aktarabilen taraftarın gözleri önünde çıktı sahaya.
Sonuç 1-1 galibiyet.

Deplasman da Young Boys maçı:
yine Köln'dekiler ile aynı profili taşıyan taraftarlar vardı kaç adet oldukları önemsiz. ister 1 olsunlar ister 1000. 8 9 oyuncusundan yoksun, yeni temel atmaya çalışmak gibi daha önemli uğraşlar içinde olan bir takımla dahi maça hızlı başlandı. Öne geçildi vs vs ve sonuç  İki maç oldugu düşünülürse ilk maçta deplasmanda 2-2 lik beraberlik. Yani başarı.

İçerde Young Boys maçı:
Bu konuya değinmeden geçmek istiyordum sinirlerime biraz daha sakin olmak adına ama dayanamadım. deplasmandan cebe konan gollü beraberliğin ardından Fenerbahçe yeni sezonda ilk kez taraftarı karşısına çıkmış. Sahada stoch ve dia da var. taraftarın gazının yerinde olması açısından her şey sorunsuz. Ama gelin görün ki bundan henüz 2 3 yıl önce 90 da Genç(!) Semih'in attığı gol ile 3-2 kazanılan maçı, chelsea maçlarını, Inter maçlarını görmüş yaşamış koltukların üzerlerinde bu kez başkaları oturuyor gibi sanki. Hiç bir Allah'ın kulu bana bu maçta geriye düştüğümüzde ve hatta 10 kişi kaldığımızda dahi susan taraftarı açıklayamaz. Bayrama kadar kavgamı eder haklı da çıkarım sonunda.90+4 te atılacak bir golle dahi turu atlayacak taraf olmamız gibi bir durum söz konusu iken futbolcu ıslıklayan taraftardır gözümde hiç olan, ezik olan, yazıklar olsun olan.Aynı şekilde Mayıs 2010 da trabzonspor maçında da kanının son damlasına kadar savaşmayıp son 20 dakka susan taraftarda. Bu konu hakkında bi 20.ooo karakter yazı daha yazabilirim lakin sinirlenmek istemediğimden başlangıç konusuna devam ediyorum.

Mabedde Antalyaspor maçı:
Sorunsuz taraftar profili önünde 2 maçınıda başarıyla atlatmış bir Fenerbahçe taraftarı olmadan ne yapabilecekti soruları ve tedirginliği arasında çıktı maça. Aman yarabbi o nası top oynamak. (bu konuyada daha sonra ayrı bir yazı yazılacak) ve sonunda gelen 3 puan. 5 dakkada beşiktaş gitmiş 30 dakkada antalya gelmiş yerine sanki. Bu yüzden deplasmanda ki Paok maçından, deplasmandaki Trabzonspor maçından ve içeride ki seyircisiz manisa maçlarından korkmuyorum.

Her defasında bu tür seyircisiz maçlarda spikerlerden şu cümleyi duymak klişe al almıştı. "binlerce taraftar stadın dışından seslerini futbolculara duyurmaya çalışıyor". Ama hatam varsa affedin bu sefer duymadım böyle bir anons ve almadım haberlerini, görmedim fotoğraflarını.Size neler oluyor renktaşlar.
---0---

Evet tekrar sölüyorum, inanarak söylüyorum, haykırarak söylüyorum.. Fenerbahçe'nin sorunu taraftardır.
İlk girizgah cümlemde de söylediğim üzere işin mutfağına uzağım o sebepten çok hakimiyetim yok lakin bu birazda avantaj benim için. tıpkı labirentin içinde olan bireyin 3 yanı duvar iken o labirente yukardan bakan bizlerin işin çıkış yolunu çoktan görmemiz gibi.

Unifeb'in tribün faaliyetlerini durdurmasının sebebi nedir?
Tribün liderlerinin taraftar ile aralarındaki sorunlar nelerdir?
Bu işin, başkanın tribün liderlerine gönderdiği beleş biletler ile alakası var mıdır? varsa mert olunabilecek midir? mert olunursa bu nasıl taraftarlıktır.
Aziz Başkandan memnun olmayan taraftar grupları var mıdır? istekleri nelerdir?

gibi sorunlar kuşkusuz ki mevcutken olan fenerbahçe'ye olmaktadır.O sebeptendir ki taraftardan uzak olan her maçta başarı gelmektedir. Lakin taraftar önünde oynanan son 2 maçın 1inde şampiyonluğu kaybedip, diğerinde şampiyonlar ligine katılmayı kaybetmiştir çubuklum.

Devir destek olma devridir, devir kardeş olma devridir. o gemi kurtarılacak, o gemiyi kocaman kaptan getiricek bu sakin sulara. ama hep birlikte çalışmak gerek. sabırlı olmak gerek. güven duymak gerek.
Başarı Ayrıntılarda Gizlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar

Yorumlar